“Erken Hollandalı sanatçılardan van Eyck, Gent Sunak Panosu’nda, yeryüzünde ulaşılabilecek en üst seviyeye çıkmıştır; bu eser Olimpos’ta Zeus’un yanı başında durabilecek bir düzeydedir.”
Georg Friedrich Wilhelm Hegel, Alman felsefeci
Yağlıboyayı kim buldu?
Bir önceki yazımızda değindiğimiz yazar Vasari’nin “En Büyük Ressam, Heykeltıraş ve Mimarların Yaşamları” isimli kitabında yağlıboyayı bulan kişi olarak Jan van Eyck gösterilir.
Vasari’nin Hollandalı muadili olan Karel van Mander de, erken Hollandalı ressamları ve Kuzey Rönesansı’nın sanatçılarını anlattığı 1604 tarihli “Ressamlar Kitabı” isimli yapıtında, Jan van Eyck ve ağabeyi Hubert van Eyck’ten Hollanda sanatının kurucuları olarak söz ederken, Jan van Eyck’in yağlıboyayı nasıl bulduğunu yazar.
Bu efsaneye son veren ise, 18. yüzyıl Aydınlanma Çağı’nın önemli Alman felsefecilerinden Gotthold Ephraim Lessing olur. Lessing yağlıboyanın van Eyck’ten önce bilindiğini ortaya koyar ama van Eyck’in bu stili nasıl mükemmelleştirdiğini de belirtir. Nitekim günümüzde uzmanlar hâlâ, van Eyck’in eserlerinde kullandığı tekniği nasıl başardığını araştırmaya devam etmektedirler.
Bununla birlikte, yağlıboya tekniğini kullanırkenki ustalığı, van Eyck’in hayatındaki tek gizem değildir.
Sırların adamı
Jan van Eyck’in doğum yeri ve yılı net olarak bilinmemekle birlikte, 1390 civarında, o zamanlar Hollanda’da, şimdi Belçika topraklarında yer alan Maaseik’te doğduğu kabul edilir. O zamanlar bu kentin adı Maesheyck’ti. Nitekim soyadının “van Eyck” olduğu göz önüne alındığında, ki bu soyadı “Eyck’ten gelen” anlamındadır, bu kentte doğmuş olması mantıklı gözükmektedir.
Jan van Eyck’in hangi tarihte, kimden resim yapmayı öğrendiği de belli değildir. Ağabeyi Hubert van Eyck ile birlikte çalıştıkları ve birazdan göreceğimiz başyapıtı Gent Sunak Panosu’nu beraber yaptıkları düşünülse de, gerçekte böyle bir ağabeyin yaşamış olduğu bile kesin değildir.
İşte bu tür bilinmezliklerle dolu Jan van Eyck 1425 yılında, o zamanlar Kuzeybatı Avrupa’nın en önemli ticaret şehri olan Bruges’e geldi ve Burgonya Dükü İyi Philip’in yanında saray ressamı olarak göreve başladı.
Bruges günümüzde de Orta Çağ’dan kalma mimarisini korumaktadır.
Philip’in diğer ressamları çeşitli şehirlerde aile arması, bayraklar, süslemeler üzerinde çalışırken, tarihi belgeler, kendisine yıllık maaş bağlanan van Eyck’in “özel” görevlerde kullanıldığını belirtmektedir. İçerikleri hala meçhul olsa da, bu görevler nedeniyle sık sık uzun yolculuklara çıktığını ve her bir yolculuk için yıllık maaşının birkaç katı tutarında ücret aldığını biliyoruz.
O yıllarda ve takip eden yüzyıllarda, bir hanedanın nüfuzunu arttırmasının en kestirme yolu başka bir hanedanın varisiyle evlenerek güçlerini birleştirmekten geçiyordu. Görücü usulüyle yapılan bu evliliklerden önce tarafların birbirini görmesi, fotoğraf henüz icat edilmediği için, resimlerini yaptırarak karşı saraya göndermek ile mümkün olabiliyordu.
Van Eyck’in yaptığı yolculuklardan yalnızca birinin amacı bilinmekte olup bu yolculuğunda ressam, hamisi Philip ile Portekiz hanedanlığından İsabella’nın evlilik pazarlığını yapmak üzere İspanya ve Portekiz’e giden Burgonya delegasyonuna katılmış ve Portekiz prensesinin iki resmini yaparak Philip’e göndermiştir. Ne yazık ki günümüze kadar ulaşamayan bu tabloların elde yalnızca kopyası bulunmaktadır.
Jan Van Eyck’in İsabella tablosunun kopyası. Yılı ve ressamı belli değildir.
Hızlandırılmış hayat öyküsü
Portekiz’den döndükten sonra van Eyck, “Gent Sunak Panosu” üzerinde çalışmış ve pano 1432’de, o zamanlar Sint Janskerk (Aziz John Kilisesi) olarak bilinen Bruges’deki St. Bavo (Aziz Bavo) Katedrali’ne konulmuştur.
Panoya Ağabey Hubert van Eyck tarafından başlandığı, kendisi ölünce Jan van Eyck’in panoyu tamamladığı varsayılmaktadır. Ancak panonun ne kadarının Hubert, ne kadarının Jan ya da bu iki kardeşin atölyelerindeki çalışanlar tarafından yapıldığı hala tartışma konusudur. Genel kabul, panonun tasarımının Hubert’in, büyük bölümünün ise Jan’ın elinden çıktığı yönündedir.
Yine 1432 yılında Van Eyck’in, Bruges’deki evinin yıllık mortgage ödemelerine başladığı bilindiğinden ve ressam bu şehirde atölyesini açtığından, kendisinin bu tarihten sonra daimi olarak Bruges’de ikamet etmiş olması muhtemeldir.
Jan van Eyck bir yıl sonra, 1433’te, asil bir aileden gelmiş olması muhtemel Margarete ile evlendi. 1434’te ilk çocukları doğduğunda, çocuğun vaftiz babası İyi Philip’ti. Aynı yıl sanatçı, bu yazıda değineceğimiz “Arnolfini Portresi” yapıtını üretti ve “Bakire, Çocuk ve Joris van der Paele” yapıtının siparişini aldı.
Jan van Eyck’ten günümüze yirmi beş civarında tablo kalmıştır ve sanatçı bu resimlerin tamamını, hayatının son on yılında yaratmıştır. Bunlara yirmi kadar pano resmi, çizim, el yazması, vb’yi de ekleyebiliriz ancak bunların bir bölümünün van Eyck tarafından yapıldıkları şüphelidir.
Artık bu büyük sanatçının eserlerinin anlatımına geçebiliriz.
Gent Sunak Panosu’ndaki konular
Belçika’nın Gent şehrindeki St. Bavo Katedrali’nde yer alan “Gent Sunak Panosu” Jan van Eyck ve ağabeyi Hubert van Eyck’in başyapıtıdır. 375 cm x 520 cm boyutundaki bu devasa eser Rönesans’ın en önemli yapıtlarından da biridir.
Gent
“Gent Sunak Panosu” bir “triptik”tir, yani üç parçadan, genelde üç panodan oluşan ve katlanabilen bir yapıt. Bu yapıtların ortasında büyük bir pano, kanatlarda da, ortadakinin yarısı büyüklüğünde iki ayrı pano bulunur. Orta Çağ’da kiliselerde yer alan bu yapıtların kanatları yılın büyük bölümünde, ortadaki panonun üzerinde kapalı dururdu.
Dini bayramlarda ise kanatlar açılır ve esas yapıt ortaya çıkardı.
Gent Sunak Panosu-Açık Görünüm, 1432, Hubert-Jan van Eyck, St. Bavo Katedrali, Gent
Elbette bu tür yapıtlar mutlaka üç parçadan oluşmak zorunda değillerdi. İki, dört, beş, vb. farklı sayıda parçadan oluşmaları da mümkündü. Bunların genel adı “poliptik”tir, yani “çok parçalı”.
Eserimizi anlatmaya geçmeden önce açıklamamızın faydalı olacağı bir konu, Eski-Yeni Ahit ayrımı…
Eski Ahit, Tevrat’ı da kapsayacak şekilde 39 küçük kitaptan oluşur, bu metinlerde Tanrı’nın Musa ile yaptığına inanılan anlaşma da yer alır. Bu nedenle bu metinlerin toplu adı “Eski Ahit-Eski Sözleşme”dir. Hristiyanlar, Eski Ahit’ten yüzyıllar sonra Tanrı’nın İsa ile yeni bir anlaşma yaptığına inanır ve dört İncil ile başka bazı metinleri içeren 27 küçük kitaptan meydana gelen bu kitabı “Yeni Ahit-Yeni Sözleşme” olarak adlandırırlar. Buna karşın Yahudiler, Tanrı-İsa sözleşmesini tanımadıkları için, Eski/Yeni ayrımına da karşı çıkar ve ortada tek bir sözleşme olduğunu savunurlar.
Hristiyanlar açısından bakarsak, Eski ve Yeni Ahit birleşerek Kitab-ı Mukaddes/Kutsal Kitap’ı oluşturur. Guinness Rekorlar Kitabı’na göre Kitab-ı Mukaddes, 5 milyardan fazla adetle, tarihin en çok satan kitabıdır.
Artık eserimizde söz edilen konulara geçebiliriz.
“Gent Sunak Panosu” 12 ayrı panodan oluşur ve Eski-Yeni Ahit’teki öykülerden bir bölümünü içerir. Açık görünümde, alt taraftaki beş panoda, kutsanmışlar resmedilmiştir: Hristiyan şehitleri, azizler, İsa’nın askerleri, hacılar, vb. bu kişilere cennet müjdelendiği için, arka planda cennet benzeri bir manzara hakimdir.
Ortadaki resimde ise kuzuya tapınma görülür. Batı resminde kuzu, İsa’yı sembolize eder çünkü Yuhanna İncil’inde Vaftizci Yahya, İsa’yı “İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu” diye tanımlamıştır. İnsanlığın günahları için İsa’nın çarmıha gerilerek kendisini kurban etmesi, kurbanlık bir hayvan olarak kabul edilen kuzu ile özdeşleştirilir ve İsa’dan “Agnus Dei”, “Tanrının Kuzusu” diye söz edilir.
Kuzuya tapınma, Gent Sunak Panosu’ndan detay
Nitekim, kuzunun göğsünden akan kanda yine İsa’ya atıf vardır. Hristiyan efsanelerinden birinde, kör bir Romalı asker olan Longinus, çarmıhtaki İsa’nın bedenine mızrağını saplar. Açılan yaradan akan kanların bir kısmı Longinus’un yüzüne gelir ve Longinus tekrar görmeye başlar. Bu mucize üzerine Longinus İsa’ya iman eder.
Buna ek olarak, “Resmi Dirilten Ressam Giotto” başlıklı yazıda değindiğimiz Efkaristiya Ayini’ne, yani içilen şarabın İsa’nın kanına dönüşmesine de atıf yapılmıştır.
Kuzuya tapınma, Gent Sunak Panosu’ndan detay
Kuzunun yüzüne baktığımızda, herhangi bir kuzudan farklı olmadığını görürüz.
Kuzu, Gent Sunak Panosu’ndan detay
Oysa yapıtın restorasyonu 2017’de tamamlandığında, panonun orijinalinde van Eyck kardeşlerin kuzuyu insanı andıran bir şekilde resmettikleri ortaya çıktı.
Kuzu, Gent Sunak Panosu’ndan detay
Yapıtın tamamlanmasından bir asır sonra, 16. yüzyılda, kuzunun insan gibi değil kuzu gibi görünmesi amaçlanmış ve yapıt değiştirilmişti. Sunak Panosu’nun kalanında çok gerçekçi bir yaklaşımı benimseyen van Eyck kardeşlerin kuzu çiziminde neden farklı bir anlayışı tercih ettikleri üzerinde tartışmalar sürmektedir.
Hristiyanlıkta Tanrı kavramı “Teslis” yani “Üçleme” ile açıklanır: Buna göre Baba, Oğul ve Kutsal Ruh, Tanrı’nın üçlü doğasını gösterirler. Resmimizdeki kuzunun üzerinde yer alan beyaz güvercin Kutsal Ruh’u, güvercinin çevresindeki güneş de ilahi ışığı simgeler.
Güvercin şeklindeki Kutsal Ruh ve ilahi ışık, Gent Sunak Panosu’ndan detay
Kuzunun önünde hayat pınarı vardır ve vaftiz çeşmesini sembolize eder. Bunun anlamı, yalnızca vaftiz edilenlerin Efkaristiya Ayini’nde yer alabilecekleri, dolayısıyla İsa’nın şefaatine ulaşabilecekleridir. Diğer yandan, çeşmeden akan sular sanki toprağın içindeki oyuktan geçerek, panonun altından yere dökülür gibi resmedilmiştir.
Bu panonun altında St. Bavo Katedrali’nin gerçek sunağı vardı. Resimdeki çeşmeden akan sular panodan taşıp, önünde Efkaristiya Ayini’nin yapıldığı bu sunağa akıyormuş gibi bir izlenim yaratılmıştı. Böylece gerçek hayattaki inançlılar ile İsa’nın vaat ettiği kurtuluş arasında kurulan bağlantı görselleştirilmiş oluyordu.
Hayat pınarı, Gent Sunak Panosu’ndan detay
Peki İsa’nın kefaretine neden ihtiyaç duyulmuştu, insanlar neden günahkardı?
Çünkü Adem ve Havva yasak elmayı yemiş ve cennetten kovulmuşlardı. Bu ikisi, panonun iki yanında, çıplaklıklarından utanır bir halde çizilmişlerdir. Üstlerinde ise ilk oğulları Habil ve Kabil resmedilmiştir. Adem’in üzerindeki resimde Tanrı, Habil’in hediyesini kabul ederken Kabil’inkini reddeder. Havva’nın üzerindeki resimde ise ilk cinayet çizilmiştir: Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesi.
Adem ve Havva, Gent Sunak Panosu’ndan detay
Elbette sanat eserlerine konu olarak bu tür hikayelerin seçilmesi tesadüfi değildi. Orta Çağ’da ve hatta Rönesans’tan sonra uzunca bir süre daha, insanın günahkar olduğunun altını çizen öykülerin resmedilmesi ruhban sınıfının işine geliyordu. Böylece bu yapıtları gören cahil insanlar doğuştan günahkar olduklarına inandırılıyor ve cehenneme atılarak sonsuza kadar acılar içinde kıvranmaktan kurtulmak için kiliseye bağış yapmak zorunda hissettiriliyorlardı.
Günümüzde bu tezgahın hangi biçimler altında devam ettirildiğinin takdiri okuyucuya kalmıştır.
Biz panomuzla devam edelim…
Panonun üst tarafında, ortada duran kişinin kimliği net değildir: Tanrı olabileceği gibi, İsa da olabilir. İzleyiciye göre figürün solunda, cennetin kraliçesi olduğu için başında tacıyla resmedilen Bakire Meryem, sağında ise Vaftizci Yahya vardır.
Bakire Meryem, Tanrı ya da İsa, Vaftizci Yahya, Gent Sunak Panosu’ndan detay
Bu figürün önünde, ihtişamlı bir taç görülür. Yerdeki bu taç, ilahi gücün dünyevi iktidarlara nasıl baskın geldiğine işaret eder.
Bu üçlünün iki yanında ise melekler şarkı söylemektedirler.
Melekler, Gent Sunak Panosu’ndan detay
Sunak Panosu kapalı olduğunda görülen resimlerin alt sırasında, iki kenarda, resmi sipariş eden Gent belediye başkanı ve tüccar Jodocus Vijd ile eşi Lysbette Borluut çizilmişlerdir. Onların ortasında, heykel gibi görünen kişiler ise Vaftizci Yahya ve Aziz John’dur. Orta sırada ise Cebrail, dua halindeki Bakire Meryem’e İsa’ya hamile olduğunu haber vermektedir. Nihayet üst sırada, Eski Ahit’ten peygamberler resmedilmişlerdir.
Gent Sunak Panosu-Kapalı Görünüm
Gent Sunak Panosu’nun önemi
Bir önceki yazı dizimizde, Giotto’nun doğayı gözlemleyerek gerçeği nasıl taklit etmeye çalıştığından, resme konu edilen duyguları izleyiciye nasıl iletebildiğinden söz etmiştik. Sunak Panosu’nda da doğanın gözlenmesi ve en küçük detaylarına kadar panele aktarılması ile karşılaşırız. Ancak van Eyck kardeşlerin eserlerinden başka hiçbir yerde göremeyeceğimiz, inanılmaz bir sabırla!
Bu panonun her santimetrekaresi, van Eyck’in diğer yapıtlarında da gördüğümüz gibi, titizlikle işlenmiştir.
Birkaç örnekle bunu gösterelim:
Şarkı söyleyen meleğin kıyafeti, Gent Sunak Panosu’ndan detay
Bitkiler, Gent Sunak Panosu’ndan detay
Adem’in yüzü, Gent Sunak Panosu’ndan detay
Bu örneklerin bütün panonun içinde ne kadar küçük bir alan kapladığını ve panonun tamamının aynı özenle resmedildiğini düşündüğümüzde, karşımızdaki işin baş döndürücü doğasını görebiliriz. Bu büyüklükte bir alanı bu hassasiyetle donatabilmek, neredeyse insanüstü bir gayret ve teknik beceri gerektirir.
Bununla birlikte emek ve teknik ustalık, sanat eseri meydana getirmek için tek başlarına yetmezler. Sadece emek ve ustalığa sahip olanlara zanaatçı denir, sanatçı değil… Dolayısıyla Jan van Eyck’in eserlerindeki detaylara hayran kalıp, onun gerçek dehasını görmezsek haksızlık etmiş oluruz.
Van Eyck’te detaylar amaç değil araçtır, doğaya mümkün olduğunca sadık bir eser yaratmaya yönelik araç…
Orta Çağ resimlerinde figürler önem derecelerine paralel olarak büyük ya da küçük çizilir, bu nedenle örneğin bebek İsa yetişkin birinden daha büyük görünebilirdi. İncelediğimiz eserde ise bu anlayışın ortadan kalktığını, resimdeki birincil amacın, dini bir hikayeyi çağrıştırmakla yetinmek yerine, doğaya uygun bir şekilde anlatmak olduğunu görüyoruz. Bu nedenle, resmi sipariş eden çift, diğer kutsal kişiler kadar büyük çizilmiş. Onlardan biraz daha kısa görünmelerinin nedeni, daha az önemli olmaları değil, dizlerinin üzerine çökmeleri…
Ayrıca önceki dönemlere ait resimlerdeki süslemeler, figürlerin idealize edilmesi, vb. aksine, insanlar gerçek hayattan alınmışçasına doğal görünüyorlar, örneğin Adem ve Havva’da muhtemelen gerçek modeller kullanılmıştır. Zaten bu kadar gerçekçi bir Adem ve Havva’nın kiliseye uygun olmadığı görüşü nedeniyle, sonraki yüzyıllarda bu iki panel, röprodüksiyonları ile değiştirilmiştir.
Havva’nın yüzü, Gent Sunak Panosu’ndan detay
Sanat tarihçisi Elisabeth Dhanens, şarkı söyleyen meleklerin ağız şekillerinden ve yüz ifadelerinden, hangisinin soprano, alto, tenor ya da bas olduğunun kolaylıkla anlaşılabildiğini yazar.
Şarkı söyleyen melekler, Gent Sunak Panosu’ndan detay
İtalya dışında yapılan bir pano resminde ilk kez insan boyunda figürlerle karşılaştığımız bu yapıtın başka bir özelliği, Avrupa resminde ilk kez atmosferik perspektifin görülmesidir. “Atmosferik perspektif” ya da “hava perspektifi”, izleyici ile uzaktaki nesneler arasında atmosfer/hava olduğu için, uzaktaki nesnelerin yakındakilerden daha buğulu, belli belirsiz görülmesidir. Aslında yakından bakıldığında böyle görünmeyen doğa şekillerinin soluk mavi çizilmesi, izleyicide uzaktaki bir nesneye bakıyormuş hissi yaratır.
Uzaktaki dağlar, Gent Sunak Panosu’ndan detay
Atmosferik perspektif, manzara resimlerinde derinlik duygusu vermeye elverişli iken, dar ve kapalı mekanlarda uygulanmaz. Çünkü kapalı bir yerde izleyicinin bulunduğu nokta ile uzaktaki nesnenin arasındaki hava, o nesneyi matlaştıracak kadar fazla değildir. Yani bir odanın köşesindeki masa, uzaktaki bir dağ kadar uzakta değildir.
Kuzey ülkelerindeki atmosferik perspektifin bu yetersizliğine İtalyan Rönesans’ının yanıtı ise, “çizgisel perspektif” olacaktır ki, bunu yazı dizimizin bir sonraki bölümünde göreceğiz.
Pano, resim tarihinin en fazla el değiştirmiş ve hırsızlığa maruz kalmış yapıtlarından biridir. Fransız Devrimi’nden sonra yağmalanarak Paris’e, Louvre Müzesi’nde sergilenmeye götürülen eser, Napolyon’un Waterloo Savaşı’nı kaybederek tahttan kesin olarak çekilmesi üzerine 1815’te tekrar Gent’e dönmüştür.
19. yüzyılda, Adem ve Havva hariç olmak üzere eserin kanatları, bir İngiliz koleksiyoncuya satılmış, o da bunları Prusya Kralı’na satmıştır. Yıllarca Berlin’de sergilenen bu kanatlar, 1. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın Belçika’yı işgal edip sanat eserlerini yağmalaması üzerine ana panellerine kavuşmuş, ancak Almanya savaşı kaybedince, savaş tazminatı olarak hep birlikte tekrar Gent’e dönmüşlerdir.
1934’te panonun sol altındaki “Adil Yargıçlar” paneli ile Tanrı/İsa’nın yanındaki “Vaftizci Yahya” Paneli çalınmıştır. Hırsız iyi niyet göstergesi olarak “Vaftizci Yahya”yı iade etse de, “Adil Yargıçlar” paneli halen kayıptır.
2. Dünya Savaşı’nda eseri yeniden Almanya’ya kaptırmaktan çekinen Belçikalı yetkililer, panoyu güvende tutması için Vatikan’a göndermeyi istemişlerdir. Ama yapıt Vatikan’a gitmek üzere Fransız topraklarından geçerken, İtalya Almanya yanında savaşa girmiştir. Bunun üzerine bir süre Fransa’nın Pau şehrindeki müzede sergilenen pano, 1942’de Hitler’in emri üzerine Almanya’ya getirilmiş ve Bavyera’daki Neuschwanstein Şatosu’na konmuştur.
Neuschwanstein Şatosu, Bavyera, Almanya
Müttefiklerin hava saldırılarının ardından bu şatonun güvenli olmaktan çıkması üzerine yapıt Avusturya Altaussee’deki tuz madenine saklanmıştır.
Başrollerini Matt Damon ile George Clooney’in paylaştığı 2014 yapımı “The Monuments Men” filminde, Almanya’nın yağmaladığı sanat eserlerini bulmaya çalışan bir müttefik birliğinin öyküsü anlatılırken, “Gent Sunak Panosu”nun kurtarılması da konu edilir.
Gent Sunak Panosu’nun bulunması, 1945, Altaussee Tuz Madeni, Avusturya
Ben yapabildiysem…
14. yüzyılın sonlarına kadar yalnızca prenslerin portreleri yapılırken, 15. yüzyılla birlikte varlıklı kişiler de, asillerin yaşam biçimlerini taklit etme güdüsüyle harekete geçip portrelerini yaptırmaya başladılar. Böylece 1400’den itibaren portre, ayrı bir resim türü olarak karşımıza çıkar.
“Gent Sunak Panosu”nu bitirmesinden sonra ünü Hollanda dışına yayılan van Eyck pek çok kişiden portre siparişi alıyordu. Kendisinden kalan yapıtlara baktığımızda, bunların içinde portrelerin önemli yer tuttuklarını görürüz.
Bu portrelerden birinin Jan van Eyck’in otoportresi olup olmadığı üzerinde tartışmalar devam etmektedir.
Türbanlı Adam (Otoportre?), 1433, Jan van Eyck, National Gallery, Londra
Tablonun çerçevesinin üstünde Yunan harfleriyle “AIC IXH XAN” yazmaktadır. Van Eyck’in başka tablolarında da karşımıza çıkan bu ifade, dönemin Hollandacasıyla “Als Ich Can”, “Ben yapabildiysem” anlamına gelir. Buradaki “Ich-Ben”de kelime oyunu yapılmıştır, çünkü bu sözcük “Ik” olarak okunur ve “Eyck”i çağrıştırmaktadır. Dolayısıyla bu ifadeyi “Eyck yapabildiyse” şeklinde yorumlamak da mümkündür. Bu ifade “elimden bu kadarı geldi” şeklinde düşünüldüğünde, Jan van Eyck’in resim konusundaki alçakgönüllülüğünü göstermiş olabilir. Diğer yandan Hollandaca bir cümlenin Yunan harfleriyle yazılmasından da hareketle, van Eyck’in gerek antik gerek kendi dönemindeki diğer ressamlara meydan okuması olarak da değerlendirilebilir: “Eyck yapabildiyse, siz de (daha iyisini) yapabilirsiniz.”
Her halükarda bu ifade, bir yapıtın ressamının van Eyck olduğunun belirlenmesinde günümüzdeki uzmanlara yardımcı olur, çünkü sanatçının imzası yerine geçmektedir. “Türbanlı Adam” tablosunda ise daha büyük ve belirgin şekilde yazılmış olması, tablonun bir otoportre olduğu izlenimini uyandırmaktadır.
15. yüzyılda resimler genelde imzalanmaz ve üzerlerine tarih yazılmazdı, yazılsa bile bu sadece yıldan ibaret olurdu. Oysa bu tablonun çerçevesinin altında “Jan van Eyck beni yaptı, 21 Ekim 1433” ibaresine yer verilmesi, otoportre olduğu iddiasını güçlendirmektedir.
Van Eyck’in diğer yapıtları gibi bu yapıt da detaylı bir çalışmanın ürünüdür. Resmedilen kişinin alnındaki çizgiler, orta yaşlı bir kişiye baktığımızı gösterir. Gözler çok hafif kanlanmıştır. Düz, sert burun ve ince dudaklar güçlü bir kişiliği çağrıştırır. Bütün bu özelliklerle, yüze bıkkın bir ifade verilmiş, portresi çizilen kişinin içinde bulunduğu ruh hali net şekilde tuvale yansıtılabilmiştir.
Ama tablonun getirdiği en büyük yenilik, bir portrede ilk kez doğrudan izleyiciye bakılmasıdır. Böylece bu tablo, portre türünde bir dönüm noktası oluşturur. Portresi çizilen kişinin izleyiciyi delip geçen bakışları, hem izleyici ile eser arasında bağ kurulmasına aracılık edecek, hem de bundan sonra diğer sanatçıların çizeceği portrelere örnek oluşturacaktır.
Aynadaki sır
Jan van Eyck’in resim sanatında çığır açan yapıtlarından biri de “Arnolfini Portresi” ya da “Arnolfini’nin Düğünü” ismiyle bilinen tablodur.
Arnolfini Portresi, 1434, Jan van Eyck, National Gallery, Londra
Yüzyıllar boyunca bu yapıtta İtalyan tüccar Giovanni di Arrigo Arnolfini ile Giovanna Cenami’nin nikah törenlerinin resmedildiğine inanılmıştı. Ancak 1997’de ortaya çıkan bir belgede söz konusu çiftin, van Eyck öldükten seneler sonra evlendikleri anlaşıldı. Böylece resimdeki kişinin Giovanni di Arrigo Arnolfini değil, onun kardeşi Giovanni di Nicolao Arnolfini olması ihtimali ağır bastı.
Nicolao’nun eşi Constanza Trenta, resimden bir yıl önce, 1433’te ölmüştü. Bu yapıtın, Constanza’nın birinci ölüm yıldönümü için yapılmış olması mümkündür. Tavanda asılı avizenin, erkeğin tarafındaki mumu yanarken kadının tarafındaki mumunun sönmüş olması bu iddiayı destekleyen olgulardan biridir. Birazdan göreceğimiz aynanın çevresindeki İsa’nın çarmıha gerilmesi ve tekrar dirilmesi de, sonsuz hayatı hatırlatarak yine Constanza’nın ölümüne atıfta bulunmak amacıyla çizilmiş olabilir.
Avize, Arnolfini Portresi’nden detay
Constanza’nın şişkin gibi görünen karnı ve elini karnının üzerinde tutması, izleyicide hamile olduğu izlenimini uyandırabilir. Ancak dikkatli bakıldığında, yeşil elbisesini katladığı ve bu yüzden karnının şişkin göründüğü anlaşılmaktadır. Rönesans zamanında, bir kadının elbisesini toplayarak elini kemerinin hizasında tutması ağırbaşlı, iffetli olmanın işareti olarak görülürdü.
Constanza Trenta, Arnolfini Portresi’nden detay
Avrupa resim tarihinin en meşhur resimlerinden biri olan bu yapıtta, hem portre hem iç mekan hem de – soldaki portakallara istinaden – ölü doğa olarak tanımlanan üç farklı resim türü bir arada kullanılmıştır.
Giovanni’nin ciddi bir ifadeyle karşıya bakışı ve sağ elini dikey şekilde havada tutması, aile içindeki otoritesini vurgular. Buna karşın Constanza’nın karşıya değil eşine bakması ve elini yatay biçimde uysalca uzatması, kocasının bakışı ve havadaki dikey eliyle karşıtlık oluşturur. Ayrıca o dönemde erkeklere kıyasla geri planda kalmaları istenen kadınlara biçilen toplumsal role uygun hareket ettiğinin altını çizer. Bununla birlikte Constanza’nın bakışının, alt sınıftan gelen kadınlardan beklendiği üzere yere değil kocasına yönelmesi, Constanza’nın soylu kökenlerini ve kocasıyla aynı statüde olduğunu gösterir.
Erkek ve kadının elleri, Arnolfini Portresi’nden detay
Soldaki pencereden içeri dolan gün ışığı, odanın arkasını aydınlatır. Işığın bu kullanımına iki yüzyıl sonra, Hollanda’nın en ünlü ressamlarından biri olan Vermeer’in resimlerinde de rastlayacağız.
İzleyicinin karşısındaki duvarda asılı olan dışbükey aynanın üzerinde “Johannes de Eyck fuit hic. 1434”, “Jan van Eyck bunu yaptı. 1434” ifadesi okunur.
Ressamın imzası, Arnolfini Portresi’nden detay
Aynaya baktığımızda, yalnızca kadın ve erkeği arkadan görmekle kalmayız, aynı zamanda kapıdaki iki kişiyi daha görürüz. Bu iki kişinin kim olduğu net değildir. Ancak birinin ressamın kendisi olması muhtemeldir. İzleyici olarak bu iki kişiyi Arnolfini çifti ile aramızda görmediğimize göre, en mantıklı çıkarım, diğer kişinin izleyicinin kendisi olmasıdır.
Dolayısıyla Jan van Eyck, dehasıyla, tabloya bakan bizleri de resmin içine sokmayı başarmıştır diyebiliriz.
Aynadaki yansıma, Arnolfini Portresi’nden detay
Yerdeki köpekten bir çizgi başlatıp bunu sırasıyla karı kocanın elleri, ayna, ressamın imzası ve avizeden yukarı çekersek resmi sağ ve sol tarafta iki eşit parçaya ayırmış oluruz. Sağdaki kadın, soldaki erkek ile, sağdaki yatak ise soldaki pencere ile birbirini dengeleyip izleyicinin önünde uyumlu bir görüntü oluşmasını sağlar.
Gökte ararken yerde buldum
Yazı dizimizin Jan van Eyck’i anlattığımız bu bölümüne dini resim “Gent Sunak Panosu” ile başlamıştık.
Başka bir dini resim ve “Gent Sunak Panosu”ndan sonra Jan van Eyck’in en iddialı yapıtı olan “Bakire, Çocuk ve Joris van der Paele” ile bitirelim.
Jan van Eyck’in resim yelpazesinde, portrelerden sonra en fazla rastlanan tür Madonna (Bakire Meryem) resimleridir. Resim tarihinde çok sayıda Madonna çizildiği için, bunları birbirinden ayırmak amacıyla, bu resimleri adlandırırken Madonna’nın yanına, o yapıtla ilgili bir sözcük eklenir. Konumuz olan resmin ismi de, yıllarca Papa’nın yüksek mahkemesinde katiplik yaptıktan sonra zengin olarak Bruges’e dönen ve Bruges’ün ana kilisesi St. Donatian’a bağlı bir rahipken bu yapıtı sipariş eden Joris van der Paele’den geliyor.
Bakire, Çocuk ve Joris van der Paele, 1434-1436, Jan van Eyck, Groningemuseum, Bruges, Belçika
Resmin sol tarafında Aziz Donatian, sağ tarafında ise Joris van der Paele ve Aziz George görülüyor. Zaten “George” isminin Hollandacası da “Joris”tir.
Van der Paele’nin dizleri üzerine çökmüş olması, bu dönem resimlerinde sıkça karşımıza çıkan bir tema. Böylece bir yandan, kutsal olmayan kişilerin başlarının Meryem, İsa, azizler, vb. diğer figürlerinkinden aşağı seviyede çizilmesini öngören Orta Çağ geleneği devam ettirilirken, diğer yandan doğallık da korunmuş oluyor. Artık Meryem’in van der Paele’den yüksekte olmasının nedeni, Orta Çağ resimlerindeki gibi doğal görünümden taviz vermek pahasına iki katı büyüklüğünde çizilmesi değil, iki figürden biri diz çökmüşken diğerinin basamakla yükseltilmiş tahtta oturmasıdır.
Sipariş vereni diz çöker şekilde göstermenin başka bir yararı da, resmin amacına yaptığı katkı… Dizlerinin üzerinde vecd içinde dua ederken Meryem, İsa, vb. kutsal kişilerin yanında belirdiği van der Paele’nin Tanrı tarafından nasıl da sevilen bir kul olduğu vurgulanarak, resmin parasını ödeyen kişi övülmüş oluyor. Ayrıca kendisinden çok önce yaşamış kutsal kişilerle aynı ortamda çizilmenin izleyicinin zihninde yaratabileceği mantık problemine de açıklama getiriliyor: Aslında sipariş verenle diğerleri canlı olarak yan yana değillerdir, kutsal kişiler sipariş verenin yanında belirmişlerdir.
Nitekim van der Paele tefekküre daldığı o anda yanı başında olanları görmemekte, dalıp gitmiş bir haldedir.
Van der Paele’nin bakışı, Bakire, Çocuk ve Joris van der Paele’den detay. Figürün yüzündeki çizgilerde, Jan van Eyck’in ayrıntıları çizmedeki ustalığı ile yeniden karşılaşıyoruz.
Van der Paele’nin elindeki dua kitabı ve gözlük de, kendisinin o sırada dua etmekte olduğunun altını çiziyor.
Gözlük ve dua kitabı, Bakire, Çocuk ve Joris van der Paele’den detay
Aziz George sağ eliyle miğferini kaldırıp Bakire Meryem’e selam verirken, sol eliyle van der Paele’yi takdim ediyor. Aziz George’un sol elinin gölgesinin van der Paele’nin omzuna düşmesi ve zırh içindeki sağ ayağı ile kazara van der Paele’nin beyaz kıyafetine basması, bu ve öteki dünya arasındaki sınırı ortadan kaldırarak resmi sipariş veren kişinin güçlü ruhani yanına ışık tutuyor.
Aziz George, Bakire, Çocuk ve Joris van der Paele’den detay
Hristiyan inancına göre İsa öldükten üç gün sonra tekrar dirilmiştir. Mezarından çıkan İsa genelde, beyaz kumaş üzerine kırmızı haç olan bir bayrağı elinde tutarken tasvir edilir. Bu bayrak İsa’nın ölüm üzerindeki zaferini sembolize eder.
Bizim resmimizin sol tarafındaki Aziz Donatian’ın elinde tahta haç varken, sağ taraftaki Aziz George’un bayrağı, üst paragrafta sözü edilen bayrağı anımsatır. Dolayısıyla van Eyck, İsa’nın çarmıhta ölümüne ve ardından tekrar dirilişine atıfta bulunmuştur. Ölüm ve yeniden yaşam resmin ortasında İsa’da birleşirler, çünkü sadece İsa’nın yolundan gidenler huzur dolu, yeniden yaşama kavuşabileceklerdir. Van der Paerle’nin sağ tarafta olması, kendisine de sonsuz hayatın müjdelendiğini anlatmaktadır.
Tabloyla ilgili söylenebilecek daha çok şey var. Ancak biz, Aziz George’un zırhının üzerindeki yansımayı göstererek yazımızı sonlandıralım. “Türbanlı Adam”da ve “Arnolfini Portresi”ndeki aynada görülen kırmızı türbanlı adama çok benzeyen, yine kırmızı türbanlı bir figür burada da karşımıza çıkmaktadır.
Aziz George’un zırhı, Bakire, Çocuk ve Joris van der Paele’den detay
Ressam büyük olasılıkla kendisini çizmiş olsa da bunu kesin bir şekilde söyleyebilmek mümkün değildir.
Jan van Eyck’in yaşamı ve yapıtlarında hemen her zaman rastladığımız ağır sis perdesi altında saklanmış diğer pek çok konuda olduğu gibi…
Yazı dizimizin bir sonraki bölümünde, 15. yüzyıl Floransa’sına gidiyor ve Erken Rönesans’ın doğumuna tanıklık ediyoruz.